İÇSEL BİR KARMAŞANIN PROJEKSİYONU 1996 - Bölüm #03
- ozkantong
- 16 Nis 2022
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 Nis 2022
Yazar: A. Özkan Tonğ
Yıl: 1996
҉
…duygusallık adındaki sığınağındı birbirimizi kestiremememizin sebebi, sevgilim. Uzaktan gördüğün, yakından gördüğüm… Birbirimizi kestiremedik, sevgilim. Bilemedik birbirimize yapacaklarımızı… Sen gizledin kendini duygusallığın arkasına ve sandın ki sevmek güzel şey, sevmek en yüce duygu, onsuz olmaz hayat. Fakat ne yazık ki sevgilim, sen bilemedin sevginin tadını, değerini ve tanımını. Fark etmeden kendini sattın. Kendi kulağına masallar fısıldadın gerçekler niyetine… Olmazdı. Yapamazdım. Senin gibi olamazdım…
҉
…öyleyse ben de kovuyorum kendimden senin soluğun, senin soluman olmayan her bir şeyi… Ve yalnızken gözbebeklerimi çatlatırcasına seni arıyorum etrafımda… “Buğse…” dediğimde dilimi damağıma dayayıp eşsiz bir tat alıyorum… Ve dünyanın bütün söylenmiş ve söylenecek sözlerini hafızamdan silerek uçurumda açan bir dağ çiçeği kokan senin adını söylemek istiyorum… Seni istiyorum… Seninle varım ben… Var olmak istiyorum…
҉
…Bu kadın… Aklımı başımdan alıyor. Fakat görmüyor ki beni, bilmiyor ki. Aynı yerde, aynı ortamda olsak da beni farketmiyor. Nesnel düşünemediğimin farkındayım. Fakat ne kadar mantıklı biri olsam da bu gibi durumlarda düşünsel yanım duygusal tarafımın baskın çıkmasına engel olamıyor. Hissediyorum. Yine kanıma giriyor, beni yönlendiriyor, yöneltiyor ve yönetiyor. Hayır, aşkın beni yine hakimiyeti altına almasına engel olmalıyım……
҉
…şu aşktan bahseden insanlar var ya “hayal peşinde olanlarla masal arayanlar” Mevlâna’nın dediği gibi. Farkında olmadan bu, telaffuzu bile zor olan bir isim taktıkları duygu onların kendi bireysel yaşamlarına bakış biçimleri gibi güncel olaylara yaklaşımlarını da objektiflikten uzaklaştırıyor. Genelde birilerini sevdiğini söyleyen bir insanı ele aldığınızda onun, ciddi problemler için ağzından çıkan kelimelerin çözüm getiremeyecek kadar iyimser olduğunu görürsünüz. Bilimsel olarak insandaki bio-kimyayı etkilediği ispatlanan bu duygu kişinin bazı yetilerinin, beyni kimi sinyalleri yani uyarımları alıp bunlara doğru tepkileri gönderemeyecek kadar meşgul olduğundan, değişime (transformasyon) veya bozulmaya (dejenerasyon) veya zedelenmeye (distorsiyon) maruz kalmasını sağlar.
Kanımca, spritüel yaşama bir şeyler kattığı reddedilemese de aşk yada sevgi, karşılığında insanın felsefi yaşamından büyük parçalar koparması nedeniyle fazla derin ve kısa aralıklarla yaşanılmaması gereken bir olgu……
҉

En son beraber olduğum kişinin Kriton Dinçmen’in kelimeleriyle kendisine aşkımı seslendiğim bir ilişki sonrasında O’nun kendi acımasız, arayışlı-bulamayışlı kişiliğini bir duygusallık bendi arkasında gizlediğini ve O’nun aslında sevgiyi tanımadığını içimden haykıra haykıra düşünmeyi istediğim zamanlardan çok çok önce okuduğum kitaplardan etkilenerek bilimsel konuşur ve düşünür, kafamda düşünce ve duygu arasında kalın çizgiler çekerken kendimi düşünce dünyasına adar gibi yaparak başarısız olduğum duygu âleminden sıyrılıp daha kolay taklit edebileceğim karakterler gibi davranır, kendim bile anlamını bilmediğim cümleler sarfederek bu kalıba rahatça uyabileceğimi zannederdim…
O basit uyduruk cümleler ilk başlarda zor geldiği için anlatılan bazen normal bir düşünce bazen katıksız bir hiç de olsa çok güzel bir laf etmiş edâsıyla mutluluk taklidi yapardım kendime.
Rahmi Baba’ya belki de haksızlık ettiğimi düşünmeye başladığım sırada, sevgiyi ve kişilik gelişimini yaşadığım ergenlik günlerine döndüğüm yarı uyanık bir rüyaya daldığım için, içinde olduğumu bile zar zor algılayabildiğim taksinin arka koltuğunun sağ tarafında ölü bir eşek gibi yığılıp kalmış, arabanın motorunun sarsıntısını durağan halde olduğumuzdan, saydam cama yasladığım kafam aracılığıyla çenemde hissetmeme rağmen hoşuma gittiğinden yada rahatsız etmediğinden değil de, kafam meşgul olduğundan doğrulmayı bile düşünmediğim sırada evimin olduğu sokağı çoktan karanlığı tek seferde delerek geçmiş, Kızıltoprak ışıklarda takılıp kalmıştık… Yeşil ışık yandığında vites kollarından önce duyulan gaz sesiyle hafif patiler çekerek kalktık. Bütün şehir gibi soldaki Fenerbahçe Stadyumunun yeşil bakımlı çimleri de uyuyordu. Belki birkaç tanesi hala uyanıktı. Ama onlar da daha sonra uyuyacaklardı.
Şoföre Kadıköy’e sapmamasını Boğaziçi köprüsünden karşıya geçmesini söyledim. Aslında, ondan sonra nereye gidileceği sorusuna benim de kafamda bir cevap yoktu. Bu yüzden aklıma ilk gelen yeri, Taksim’i söyledim. Fakat daha önce yazıhaneme uğramam gerektiği için Mecidiyeköy’den geçmesini söyledim.
Bir nefes süresi kadar bir an sonrasında kimsesizliğinden kararmış asfaltın üzerindeki parlak beyaz çizgileri takip ederek ana yolun sağında kalan keskin virajlı ve dik sapaktan aşağıya doğru inmeye başladık. Otobüs garı yalnızdı. Şişli tarafına döndük. Ali Sami Yen stadının çimlerinin, altında ibadet ettiği gece yağmurunun hüzünlü damlalarının kirli yola, çamurlu merdivenlere, tozlu korkuluklara, hırçın sessizliğe, kaygan damlara çarparak çıkardığı ritüel ses, çimlerin hû çekişlerini bastıramıyordu. Farklı yönlerden esen rüzgârlarla dans ederken ellerini yukarı kaldırarak havaya giren yeşil adamlar yarınki kurban törenine hazırlanıyor gibiydiler.
Meyan hastanesinin yanındaki sokağın aşağısında kalan ofisimin olduğu, diğerlerine tutunarak ayakta kalabilen ince uzun bina, bir dağ eteğinden dökülen ırmakla düzlüğe gelebilmiş uzun direkli bir sal gibi duruyordu, solundan uzun eski binalar, sağından uzun eski duvarların yükseldiği sokağın üstünde… Kimsecikler yoktu… Belki de ilk defa güçsüz sokak lambasının bu dar sokağı bu kadar aydınlatabileceğini görüyordum. Tek bir insan, tek bir parlaklık yoktu. Ofise çıktığımda onun beni beklemekte olduğunu zannetmiştim. Karanlıkta (hiçbir zaman aydınlık bir hol değildi) yerini ezberlediğim kilidi çevirirken de bir anlık yanılgının o an sona ereceği hissine kapılmıştım.
҉
Comments