İÇSEL BİR KARMAŞANIN PROJEKSİYONU 1996 - Bölüm #06
- ozkantong
- 4 May 2022
- 3 dakikada okunur
Yazar: A. Özkan Tonğ
Yıl: 1996
Sen bir ağaç olsan, canlı
Ben de yaprakların olurdum
seni saran
Topraktan alıp damarlarınla
bana ulaştırdığın
sevgiyle beslerdin beni
Öylece yeşil ve canlı kalırdım
Yoksa sararır solardım
Bir sonbahar günü
senden kopar, düşer
toprak olurdum
Yeni yapraklarını besleyen
Damarlarındaki sevgi olurdum
.............
҉
Beyoğlu’nun sokakları bomboştu. Soğuktan kediler bile kaçmıştı ya bir araba motoruna ya da bir apartman bodrumuna. Tramvay rayının tınlamaları susmuş, yakamoza hasret Kasımpaşa açıklarının duvarda sevinçli çırpınışlarının sesi duyulur olmuştu. Kayıkların kendince dans edişi mükemmel olmalıydı.
Nerede olduğu bilinmeyen hademenin horultusunun kurşuni gece sessizliğinde rahatça duyulabildiği Galatasaray Lisesi’nin yanındaki sokaktan zoraki adımlarla çıkarken bina aralarında, banklarda ve yosunlu ve buzlu dar kaldırım taşları üstünde sağdan soldan topladıkları parayla aldıkların tinerin etkisiyle uçmuş ve uyuşmuş halde yatan zavallı sokak çocuklarını gördüğümde için cız etmiş, içinde bu acı ve zihnimde o çocukların görüntüsüyle kiliselerin ve konsoloslukların ve Four Seasons Restaurant’ın önünden geçip Tünel’in oraya kadar gelmiş, içimden Verdi’nin Traviata’daki meşhur “Libiamo ne’lieti callici che la bellezza infiora” düetinin melodisini hatırlamaya çalışıyordum: “İçinden güzelliğin aktığı neşe kadehinden içelim...”

Kısa bir zaman sonra güneş doğacaktı. Uykum yoktu. Ya da uykumu bastıran başka şeyler vardı. Soğuktan kaçmak için elbiselerime daha bir sıkı sarılıyordum. Galip Dede Caddesinden aşağıya doğru inmeye başladığımda sanki bir şemsiye yardımıyla hızını kesiyormuş gibi, ne ağır ne çok hızlı, beyaz kar taneleri düşmeye başladı. Kapkara gök rüzgarsız havada irtifa kaybeden karlarla bembeyaz olmuştu. Lisede, gözlerimi fal taşı gibi açarak yazları güneş altında vitrinlerinden ayrılamadığım gitar dükkanları buralardan gitmiş ve içinden saatlerce çıkamadığım nümizmatikçiler de tek tük kalmış, yerlerini henüz kepenkleri kapalı olan gündüzün içi ısınmak için gelen soğuk insanlarla dolu cafélere bırakmıştı. Az bir sürede tüm yol, kaldırım ve pencere önleri bembeyaz olmuştu. Yukarıdan bakıldığında şifreli bir düzenle dağınık olarak serpiştirilmiş turuncu İstanbul çatılarının mutlu kar taneleriyle etkileyici bir görüntü sergilediğinden emindim. Gözleri kapalı uyuyan bina yüzleri üstlerine yağan kardan habersizdi ve ben galiba bu sefer nereye gittiğimi biliyordum.
Eğri büğrü caddeden aşağıda doğru inerken göğün zifiri karanlığı hafiften deliniyor, havadaki bulutlar ve iri lapa kar taneleri daha rahat görünüyordu. Kısa sürede yağan yoğun kar “eğer böyle devam ederse ‘87 Mart’ındaki gibi olur” dedirtmişti bana.
1987...
Oraya gitmek için henüz çok erkendi. Biraz daha beklemeliydim. En azından güneşin tam doğmasını ve sağ kaldırımdaki açık yeşil renkli duvarın sahibi, güneş ötmeden uyanan yeşil caminin aşağısındaki su börekçisinin açılmasını beklemeliydim.
Mutluydum. Sevinçliydim. Belki de beni orada bekliyordu ve bulmam için benim de beklemem gerekiyordu...
...İlk otobüs seferleri başladığında günün ilk simidini de ben yiyordum, Sirkeci’de denize bakarken. Her yer kalın beyaz tabakayla örtünmüş, seyrekleşen kar öğlene doğru yine sıklaşacağını belli ediyordu.
Onunla da az ilerideki ada iskelesinden, şimdi terk edilmiş yalnız ve köhne, bütün dünyayı unutarak kendi gerçeğimizle, aslında hiçbir zaman olmamıştı ya, seken adımlarla çıkmış, arkamdaki telefon kulübelerinden ailelerimize kısa bir zaman sonra evde olacağımızı haber vermiştik. 20 yıl önce denizi tertemiz Büyükada’dan gelmiştik ve belki “niye” diye sormak hiçbir zaman geçmemişti aklımızdan o akşam. Aşk mıydı sevgi mi bilmem. Ama Ona yazmıştım sevgiliyi canlı bir ağaca, kendimi onu saran yapraklara benzettiğim ve sonradan sevgi felsefemin temeli olan o şiiri. Onu gerçekten sevmiştim.
Yine bundan 13-15 yıl kadar önce üç kişinin ağır, bir kişinin hafif yaralandığı ve aşırı hızın neden olduğu bir kazayla başlayan ve ardı arkası 3 buçuk sene boyunca kesilmeyen kaza serisi yüzünden kaldırılan hızlı tramvay yerini, yine belediyenin ismini, rengini ve duraklarını değiştirdiği, yeni ismiyle, çağdaş otobüslere bırakmıştı bir süreliğine. Daha sonraları sonuçları acı ve vahşet dolu olan kazalarda yakınlarını kaybeden veya bizzat kendisi yaralanan insanlar tamir edilip boyanarak tekrar devreye alınan aynı araçlara artık her nedense gönül rahatlığıyla binebiliyorlardı. Belediyenin bir seferliğine sözlerini dinlemesi onları tatmin etmişti.
Tramvay, çağdaş otobüs, zorla yokuşu tırmanırken Topkapı yolunda ben sanki tüm koltuklar doluymuş gibi kapıya yakın bir cama kafamı dayamış ayakta uykuya dalmıştım... Tramvay ilerliyordu... Şimdi yanımda sen, kayalıklarda, deniz hafif hırçın ve deli... Dalgaların her kayalara çarpışındaki ses... deli ediyor beni...
҉
Comments