İÇSEL BİR KARMAŞANIN PROJEKSİYONU 1996 - Bölüm #07
- ozkantong
- 4 May 2022
- 2 dakikada okunur
Yazar: A. Özkan Tonğ
Yıl: 1996
...Sen... Sen dolu içim ve hâlâ tütüyor sigaradan bir parça beynimde. Dayamışım kafamı sana ve söyleniyorum “gel benimle dövüş”...
...Sevgi bir garip. Uçuşan martılar, beyaz mavi, mor, sarı ve gökyüzü alaca aydınlık, turuncu, kırmızı bir garip âhenk...
...Sarıp sarmala beni. Çek içine doldur ciğerini benimle. Belki rüya doyurur beni. Yazmak kelimeleri apansızca, belki şizofreni. Deli âşık ve ölü âşık, niye? Sevgililer ölmeli mi...
...Kendimi bilmiyorum. Seni hiç. Her baktığımda başka bir yüz. Zaten kaç defa görmüşlüğümüz var ki birbirimizi. Komik değil mi... Komedi, trajedi ya da trajik komedi...
...Hayır olmuyor... Ne çeksem içime yine sen olmuyor. Ya hiç seni bilmeseydim ve hep aynı ben kalsaydım ya da her an görseydim de yüzünü aynı farklı ben kalsaydım. Ama bölük pörçük değil. Değişik ben’ler olamam. O zaman aklımı koruyamam, varamam akıllara ve akıllılara. Yerim ayrılır deliler arasında. “Fark yapmaz be abi, ilkesizlik de bir ilke olabilir” ve belki deliler de bir filme ait olabilir...
Kopamam ben. İşte bu filmden kopamam. “Senlilik” filminden kopamam. Koparsam deli olurum. Yaşayamam... İleride, yetişkin olduğumda bu sözlere güleceğim, bunları biliyorum. Ama o gün tekrar bugünü anlayabilirsem o zaman bir şey başarmış olurum...
...seviyorum ama bilmiyorum. ”Ne...” ve “niye...” diye soruyorum ama cevapları getiremiyorum. Sıkıntı basıyor. Acaba sevilmiyor muyum!?..........., (Sıra noktalar, virgül)
҉
Film gibi. Hayat film gibi. Öyle ki hayatımın tek bir karesinde bile bulunmayan Lâleli’yi sanki başka bir filmden hatırlıyor gibiydim. Binaları değil. Hayır. Birbirinden yardım alarak duran, huzursuz binaları değil. Yokuşun eğimini, havanın yoğunluğunu, yerin göğe yakınlığını, eski camilerin kubbelerinin uzaktan görünümünü,,,,,, sanki Lâle Devrinde yaşamış gibiydim. Sanki Fezâbâd’dan Sâdâbâd’a gidiyor gibiydim. Nereye gittiğimden emindim. Mutluydum. Beni orada bekliyordu.

Evinin buralarda bir yerde olduğunu biliyordum. Aklımda kalanlarını durmadan tekrarlayarak devamını hatırlamaya çalıştığım adresi lise yıllığında her okuduğumda hep ana yoldan bağımsız, yazın yeşil yaprakların serinlik, kışın beyaz karların huzurluluk, güzün sararmış yaprak dolu bankların duygusallık, ilkbaharda kalabalıklaşan kaldırımların heyecan yaydığı bir sokak üzerinde boyası çıkmış kırmızı-beyaz bankın ardında yükselen iki modern yüksek binanın arasında kalan dökülmüş kavuniçi renkli, her katta tek pencerenin bulunduğu ve giriş kapısına giden parkeli yolun kaldırımdan iki basamak aşağıda olduğu ama yine de görüntüsüyle sanki o sokağa giren herkes oraya geliyormuş gibi bir ihtişam taşıyan bir bina gözümün önüne gelirdi: Kuzukestanesi sokak No:13/1 Lâleli
Yanılabilirim de. Onunla aramızdaki gerçek sevgi olmalıydı. Eskiden öyle düşünüyordum en azından ve hatırlıyorum: Kalın dudaklarını her hareket ettirdiğinde benim adımı söylüyor, vücudunun hatları – benim için hiç var olmayan elbiselerinin altından – benim ismimi harf ediyor diye düşlerdim. Hiç kimsenin değil fakat Onun yüzündeki sivilceler bana görünmezdi ve ölgün bakışlarının, aslında kendisini gizleme işlevinin olduğu düşüncesi doğardı içime. Gizleniyor çünkü unutulmuş, gizli bir mâbed olmak istiyor. Saçları da belki bunun için hep yarı yüzünü kapatıyordu, uzun dalgalı saçları... Hiç kimse ile değil fakat onunla birlikteydim sabahtan akşama kadar okulda, dışarıda, sağda, solda... Hiç kimseden değil fakat ondan ayrılmam acı geldi, lise bitti ve yollarımız ayrıldı, ayrı, apayrı yönlere. Onu bir daha görmedim ama belki tesadüfen aynı tramvaya binmişizdir......
Son basamağı çıktğımda kapı önümde duruyordu...
҉
> Sonraki bölüm <
Comments